Orta Asya ile ilgili en eski genetik araştırmalardan biri, Zerjal ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiş ve 2002 yılında American Society of Human Genetics dergisinde yayımlanmıştır. Bu çalışma kapsamında Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi Orta Asya ülkelerinden 8 etnik gruptan örnekler toplanmış ve buna ilave olarak Doğu Asya’dan Moğol örnekler de dahil edilmiştir. Ayrıca bu çalışma kapsamında Kafkasya bölgesinden Azerbaycanlı, Oset, Gürcü, Ermeni, Lezgi ve Svanlar da çalışmaya dahil edilerek karşılaştırma yapılmıştır. Biz de bu yazımızda hem çalışmaya dahil edilen etnik gruplarda görülen Y-DNA oranlarına yer vereceğiz hem de makaleyle ilgili genel bir değerlendirme yapıp eleştirilerimizi sizlerle paylaşacağız.
Y-DNA haplogrupları hakkındaki yazımız için buraya tıklayınız.
MAKALENİN GİRİŞ KISMI, ORTA ASYA’DA TARİH ÖNCESİ VE TARİHSEL SÜRECİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Zerjal ve arkadaşlarının hazırladığı makalenin giriş kısmında daha önce Avrupa’da yapılan y-kromozomu araştırmalarında genetik çeşitliliğin görüldüğü ancak bu çeşitliliğe neden olan göçlerin Paleolitik dönemde mi yoksa Neolitik dönemde mi gerçekleştiğinin henüz açıklığa kavuşmadığı belirtiliyor. Ancak ilgili makalede genel olarak bu tür genetik çeşitliliklerin tarih öncesi çağlardan itibaren gerçekleşmeye başladığı konusunda uzlaşıldığı ifade ediliyor. Bununla birlikte, tarihsel süreçte gerçekleşen tarihi vakaların da demografik değişikliklere neden olduğu belirtilmekte ve belirli bir coğrafyadaki genetik çeşitlilik değerlendirilirken hem tarih öncesi hem de tarihsel süreçteki kitlesel göçlerin, savaşların ve felaketlerin birlikte ele alınması gerektiği makalede vurgulanmaktadır.[1] Buna binaen Orta Asya’nın, Neolitik çağlarda olduğu kadar yakın tarihte de çeşitli göç hareketliliklerine maruz kaldığı da ifade edilmektedir.
Bu bağlamda, makaleyi değerlendirmeye geçmeden evvel, yazılı kaynaklar ışığında Orta Asya’nın tarihi sürecini ele almakta yarar görüyoruz. Bugün Batı Asya’da ikamet eden Oğuz kökenli Türklerin 10. yüzyılda Orta Asya’da ikamet ederken, Batı Asya’ya kitlesel göç ettiğini biliyoruz. Özellikle Kıpçaklar ve ardından Moğolların Orta Asya’ya yaptıkları akınlara kadar geçen sürede Orta Asya’nın genetik yapısı günümüzden biraz daha farklı (C daha az) olsa da yine o bölgede 1000 ilâ 2000 yıl önce genetik çeşitlilik mevcut idi. Nitekim Oğuz Türklerinde baskın ve mevcut olan haplogrupların Orta Asya’da özellikle Uygurlar, Özbekler ve Türkmenlerde hala yaygın olduğunu günümüzde görüyoruz. Zaten Zerjal ve arkadaşlarının yaptıkları çalışma da bunu göstermiştir.
Oğuzların Orta Asya’dan batıya göçlerini ele alacak olursak, 11. yüzyılda Gazneliler, Kimekler ve Karlukların baskısı nedeniyle Oğuzların Hazar ötesi bölgeden ayrılarak Batı Asya ve Doğu Avrupa’ya kitlesel olarak göçtükleri o dönemin tarihçileri tarafından ifade edilmekte; ayrıca göçen yoğun kitlelerin İran, Azerbaycan, Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Mısır gibi coğrafyalarda beylikler ve güçlü devletler kurdukları bilinmektedir. 13. yüzyıldaki ikinci göç dalgasında ise Doğu ve Kuzeydoğu Asya’dan gelen Moğol baskısı nedeniyle başta Orta Asyalı konargöçerler olmak üzere çok sayıda insan topluluğunun da yine Hazar ötesinden Batı Asya tarafına göçtükleri bilinmektedir. İkinci göç dalgasında Orta Asya yoğun miktarda Moğol etkisine maruz kalırken, Batı Asya’da bu etki oldukça düşük oranlarda olmuş ve Orta Asya’dan Batı Asya’ya bir gen akışı gerçekleşmiştir. Bundan Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve Balkanlar da etkilenmiştir.
Tarihi süreç dikkate alındığında Orta Asya daima batıya göç veren bir coğrafya olmuştur. Bir çok genetik makalede tarih öncesi (Neolitik gibi) devirlerde Orta Asya’nın batıdan göç aldığı iddia edilse de aksine tarihi başlatan ve eklemeli dil konuşan Sümerler gibi bazı halkların da Batı Asya (Mezopotamya)’ya Orta Asya’dan geldikleri yönünde görüşler mevcuttur.[2] Mezopotamya’nın en eski halklarının sonradan Araplaştırıldığı, Anadolu’nun en eski kadim halklarından Hattilerin sonradan Hint-Avrupalılaştırıldığı bilimsel olarak da kabul görmektedir. Bu bağlamda acaba Mezopotamya, İran ve Anadolu’nun eklemeli dil konuşan en eski halkları Orta Asya’dan gelmiş olamaz mı veya tam tersine bu insanlarla aynı kökenden gelenler önceden veya sonradan Orta Asya’ya ve Kafkaslara geçmiş olamaz mı sorusunu sormakta fayda var. Neolitik dönemde veya daha öncesinde her iki yönde de göçlerin yaşanmış olma ihtimali elbette vardır. Ancak bizim için en öncelikli konu bin yıl önceki Türklerin ve Orta Asya’nın genetik yapısıdır. Orta Asya, yakın zamanda (800 yıl önce) her ne kadar Moğollar ve Tunguzlar gibi Kuzeydoğu Asya halklarının (C haplogrubu) göçlerine maruz kalsa da, F haplogrubundan türeyen hemen hemen bir çok haplogrubu (varyasyonu) bir arada tutmayı ve genetik çeşitliliğini orantılı bir biçimde korumayı başarmıştır.
Batı Asya’da Türk varlığı tarihsel süreç bağlamında incelendiğinde Türklerin, 1040’tan çok daha önce bu bölgede etkili olmaya başladıkları bilinmektedir. Nitekim en başta Anadolu, M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren Avrupa Hunları, Sabarlar ve Hazarlar gibi kavimlerin akınlarına uğramıştır.[3] Yine 4. ve 5. yüzyıllarda Avrupa Hunlarının Anadolu çevresinde uzun süre kaldıkları, 6. yüzyılda Bizans’ın Sasanilere karşı Sabarları kullandığı, 8. yüzyılda Hazar lakaplı Bizans İmparatoru IV. Leo tarafından ücretli Hazar askerlerinin Anadolu’ya yerleştirildikleri, 12. yüzyılda Bulgar, Kuman ve Peçeneklerin yine Bizans tarafından Selçuklulara karşı Batı Anadolu’ya iskan edildikleri tarihi kayıtlardan bilinmektedir. Benzer şekilde, Abbasiler de 9. yüzyılda on binlerce Türk kökenli memluk askeri Orta Asya’dan Irak’a getirerek kendi hizmetine almıştır. Bu askerlerin bir kısmı 9. ve 10. yüzyıllarda İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde kalelerde görevlendirilmiştir.[4][5] Hatta 836 yılında Bağdat’ın kuzeyinde Samarra kenti inşa edilmiş ve Türk kökenli memlukler bu şehre yerleştirilmiştir.
Zerjal ve arkadaşlarının makalenin giriş kısmında vurgulamak istedikleri husus da tüm bu genetik çeşitliliğin tarih öncesi çağlardan günümüze kadar devam etmiş olmasıdır. Her bir coğrafi bölgedeki genetik çeşitliliklerin sadece tarih öncesi devirlerde değil, son üç bin yıldaki tarihi süreçte de şekillenmeye devam ettiği makalede özellikle vurgulanmaktadır. Bununla birlikte günümüzdeki bir çok ulus yokken tarih öncesi çağlarda farklı ata soylarından insanların bir araya gelerek tarihsel süreçte ortak bir dil, kültür ve tarih oluşturdukları bilinmektedir. İşte biz de bu gerçeği dikkate alarak, daha önce başka yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, ön Türkleri kesinlikle yakın bir zamandaki tek bir y-dna haplogrubuna indirgemeden yorumluyoruz. İllâki Türkleri tek bir haplogruba indirgemek gerekiyorsa, Orta Asya Türklerinde görülen ve Moğol akınları öncesinde taşıdıkları haplogrupların 48.000 yıl önceki atası F haplogrubu, Türklerin ortak atası olarak kabul edilebilir. Bazı ard niyetli kesimler ve ard niyeti olmayıp da yeterli bilgiye sahip olmayan kişiler, maalesef göçlerin kaynağı olan Orta Asyalı Türklerde bir çok haplogrup görüldüğünü bilmelerine rağmen, tek bir haplogrup üzerine propaganda yapabilmektedir. Bunun yanlış ve ayrımcı bir tutum olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz. Değerlendirmesini yaptığımız Zerjal ve Wells’in makalesinde de Orta Asya’daki haplogruplardan sadece C haplogrubu, kasıtlı olarak Türklerle bağdaştırılmaya çalışılmaktadır. Azıcık genetikten anlayan bir insan dahi böyle bir görüşün ne kadar sığ olduğunu idrak edebilir.
Zerjal’ın makalesindeki Orta Asya Y-DNA haplogrup oranlarına geçmeden önce değinmek istediğimiz diğer bir husus da bazı kesimlerin Türklerde en çok görülen haplogrubu temel alarak tavır almaları ve en çok görülen haplogrubu Türk ilan edip, diğer haplogrupları Hint-Avrupalı, Semitik, Kafkasyalı, İrani vb şeklinde etiketlemeleridir. Oysa ki gerek Türkiye ve İran Türklerinde gerekse Orta Asya Türklerinde aynı haplogrupların görüldüğü bilinmektedir. Harflerle ifade ettiğimiz bu haplogruplar biraz daha geriye gidildiğinde zaten ortak atalarda birleşmektedir. Türklerin birleşmesi de en çok taşıdıkları varyasyonların, M.Ö. 46.000’de F haplogrubunda birleşmesidir. Diğer bir ifadeyle Türklerin ataları M.Ö. 46.000-65.000 yılları arasında F haplogrubuna mensup idi. 235.700 yıl öncesine gidecek olursanız, y-kromozomu Adem(ilk erkek)’i temsilen A0-T haplogrubuna dayandırılmaktadır.[9]
Zerjal ve arkadaşlarının makalesinde Orta Asya, güneydoğusunda Pamir ve Tanrı Dağları, kuzeyinde Sibirya, batısında Hazar Denizi olan, Moğolistan’dan Kafkasya’ya kadar uzanan coğrafi bölge olarak tanımlanmaktadır. Bu bölgede Paleolitik döneme (M.Ö. 10.000’den öncesine) ait kalıntılar ve yine Mezolitik döneme (M.Ö. 10.000-8000 arası) ait kalıntılar mevcuttur.[6] Ancak Orta Asya’da genetik çeşitliliğin ve hareketliliğin Neolitik dönemde (M.Ö. 8000-6000 arası) yoğunlaşmaya başladığı vurgulanmaktadır.[7][8] Bu bölgenin o çağlarda tarıma pek elverişli olmaması nedeniyle daha çok hayvancılığın geliştiği tahmin edilmektedir. Makalede Orta Asya’nın en eski devirlerde Amerika, Hindistan ve Avrupa’ya yönelik göçlerin ve yakın tarihte de Batı Asya’ya yönelik göçlerin kaynağı olabileceği belirtilmektedir. Her ne kadar tarihsel süreçte kitlesel olarak pek rastlanmasa da batıdan doğuya göçlerin olmuş olabileceği ihtimali üzerinde de durulmaktadır.
ARAŞTIRMAYA DAHİL EDİLEN DNA ÖRNEKLERİ
Bu araştırmada 15 farklı etnik gruptan 408 erkekten örnek toplanmıştır. 1993 ve 1995 yılları arasında Moğolistan’dan toplanan 65 örnek çalışmaya dahil edilmiştir. 343 örnek ise, EurAsia ’98 keşif gezisi esnasında 14 etnik gruptan toplanan örneklerden elde edilmiştir. Örneklerin çoğu köylerde yaşayan sağlıklı erkeklerden rızaları alınarak elde edilmiştir. Kan örneği alınan bireylerin birbiriyle akraba olmamasına dikkat edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen etnik gruplar ve örnek alınan bölgeler tablo halinde belirtilmiştir:
Bu çalışmada 16 Y-STR marker değerleri (DYS388, DYS392, DYS425, DYS426, DYS436, DYS19, DYS389I, DYS389b, DYS390, DYS391, DYS393, DYS434, DYS435, DYS437, DYS439, DYS438) tespit edilmiştir.
Ancak bu çalışma eski olması nedeniyle bazı haplogruplara yer verilmediği gibi bazı haplogruplar da detaylı olarak tespit edilmemiştir. Mesela G ve I haplogrupları birlikte verilmiştir. J1 ve J2 haplogrupları da J haplogrubu altında birlikte verilmiştir. Aynı şekilde O haplogrubu gibi bazı varyasyonlar K haplogrubu içerisinde değerlendirilmiştir; ancak O3a farklı olarak ele alınmıştır. Aynı şekilde P ve Q haplogrupları da R1b içerisinde değerlendirilmiştir. Bu yüzden karışıklığı önlemek için aşağıdaki haritada bunu belirteceğiz. Haritayı tam ekran görüntülemek için üstüne tıklayınız.
SONUÇLAR
İstatistiklere geçmeden önce genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu araştırma sonucunda R1b haplogrubu en fazla Türkmenlerde ve Ermenilerde görülmüştür. R1ahaplogrubu ise en fazla Kırgız ve Taciklerde görülmüştür. J (J1/J2) haplogrubu Orta Asya’da en fazla Uygurlar, Özbekler ve Dunganlarda, Kafkasya’da ise en fazla Kazbegi Gürcüleri, Azerbaycan Türkleri ve Lezgiler’de görülmüştür. C ve ardılı olan haplogruplar ise en fazla Kazaklar ve Moğollarda görülmektedir. K ve O haplogrubu da yine Uygurlar, Kazaklar, Moğollar ve Dunganlarda yüksek oranlarda mevcuttur. Oranlardan oluşturulan grafikler aşağıda verilmiştir.
SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE DİKKAT ETTİĞİMİZ HUSUSLAR
Tarihsel süreçte ve dilbilimsel açıdan, Orta Asya’da Oğuz Türklerine en yakın budunlar, Uygurlar, Türkmenler ve Özbeklerdir. Bu üç budunun konuştuğu dil, Oğuz Türkçesine oldukça yakındır. Diğer taraftan Kırgızca, Altayca ve Kazakça gibi lehçeler, Kıpçak grubunda yer almakta ve Oğuzcaya en uzak noktayı teşkil etmektedir. Bu nedenle Oğuz Türklerini (Türkiye, Azerbaycan) diğer Orta Asya Türkleri ile kıyaslarken en başta Uygurlar, Türkmenler ve Özbeklerle kıyaslamakta fayda vardır. Nitekim, Uygur, Özbek ve Türkmenler, Oğuzlarla kıyaslandığında bu grupların genetik olarak birbirine daha yakın olduğu görülmektedir. Zaten fenotip olarak da Türkiye ve Azerbaycan Türklerine en yakın olan gruplar, Uygurlar, Özbekler ve Türkmenlerdir.
ÖZBEKLER
Y-DNA örnekleri Özbekistan’ın Kaşkaderya bölgesinden alınmıştır. Örneklerde de görüldüğü gibi Özbeklerde R ve J haplogrupları en baskın haplogruplardır. Benzer şekilde Türkiye’de de en baskın haplogruplar J ve R’dir.
Zerjal ve arkadaşlarının araştırmasında R ve J haplogruplarına ilave olarak Özbeklerde G/I, Q, C, K/O, D gibi haplogruplar da tespit edilmiştir. Ancak bu haplogrupların makalede belirli dönemler ve topluluklarla ilişkilendirilmeye çalışılması mevzusunu burada tartışmakta fayda var.
R1a/R1b mevzusu: Makalede R1a ve R1b gibi haplogrupların atın evcilleştirilmesiyle Karadenizin kuzeyinden M.Ö. 3000’de Orta Asya’ya geldiği iddia edilmektedir. Ancak böyle bir yaklaşım bütünüyle ideolojiktir. Makalenin devamında Özbekistan’da R1a ve R1b haplogrupları ideolojik ve açık bir biçimde Hint-Avrupalılarla özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu iki haplogrup Avrupa halklarının önemli bir çoğunluğunu oluşturduğu için, Batılı genetikçiler tarafından yıllardır Hint-Avrupalıların atası gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki haplogruplar ırklarla ve dil aileleriyle karıştırılmamalıdır. Biz batının bilimi ırkçı ve ideolojik yorumlamasına ve böyle bir bilim anlayışına karşıyız ve bu yüzden mevcut anlayışa eleştirel yaklaşıyoruz. Tarih öncesi dönemde dahi bir haplogruba mensup bireylerin bir kısmı eklemeli dil konuşurken, diğer bir kısım bükümlü diller konuşmuş olabilir. Bunun aslında hiç de önemi yoktur. Tıpkı J haplogrubu gibi R haplogrubu da bir çok dil grubuna mensup insanı bünyesinde taşımaktadır. En az Hint-Avrupalılarda olduğu kadar bu haplogrup Türklerde de görülmektedir. O yüzden yakın dönem haplogrupların belirli dil aileleriyle ilişkilendirilmeye çalışılması varsayımdan öteye gitmez. Nitekim tarih öncesi dönemlerde insan topluluklarının hangi dili konuştuklarını kanıtlayacak hiç bir yazılı belge yoktur. Dolayısıyla R1a ve R1b haplogruplarının ataları 5000 ilâ 20.000 sene önce hangi dili konuşuyordu bilemeyiz. Ancak şu bir gerçek ki G, J, L, N, Q, R gibi birçok haplogrup 5000 ilâ 10.000 yıl önce Orta Asya’da mevcut idi ve bu haplogruplar hep birlikte Ön Türklerin atalarını teşkil ediyorlardı. Yine Batı sentezli bilim anlayışıyla ters düşmek gibi olacak ancak bu haplogrupların hepsi bu bölgenin yerlisi de olabilir. Böyle bir ihtimal veya varsayım, antik DNA örnekleriyle aksi kanıtlanana kadar mümkündür.
J1/J2 mevzusu: Makalede J (J1 veya J2) haplogrubunun Özbekistan’a Neolitik dönemde M.Ö. 8000-6000 yılları arasında vardığı savunulmaktadır. Bu dönemde özellikle Kırgizistan ve Özbekistan arasındaki Fergana vadisi gibi verimli ve sulak arazilerde tarımı başlatan neslin J haplogrubu olduğu iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaya eleştirel bakıyoruz. Çünkü tarımın tek başına bu haplogruba mal edilmesine karşın, bunu destekleyecek antik DNA örneği henüz dünyanın hiç bir yerinde bulunmuş değildir. Nitekim J haplogrubu tarıma uygun olmayan engebeli Kafkasya dağlarında, Ural-Volga ve Doğu Avrupa steplerinde de görülmektedir. Hatta Altayların kuzeyinde arkeolojik kazılarda bulunan J2’ler de tarım kültürüne ait değildir. Ancak günümüzde J haplogrubunun ormanlık olmayan bereketli bölgelerde daha yoğun olduğu gerçeğini de inkar edemeyiz. Nitekim J haplogrubu verimli ve sulak alanlarda daha sık görülürken, R1a ve R1b haplogrupları orman kuşağında daha sık görülen haplogruplardır. Fakat yine de bu tarz önermelere ihtiyatla yaklaşmakta fayda vardır. Nitekim en eski J2 örneklerinden ikisi Altayların kuzeyinde Demir Çağ dönemine ait iki farklı sit alanında bulunmuştur. Bu bağlamda M.Ö. 1000 ilâ 700 yılları arasında demiri bu bölgeye götürenlerin de J2 haplogrubu olduğu varsayımında bulunulabilir. J2’nin Altaylarda Demir Çağına ait arkeolojik alanlarda tespit edilmesi tesadüf değil, aksine zengin demir madenlerine sahip olan bu bölgenin demirci ustaları tarafından yurt edinilmesi olarak düşünülebilir.
Diğer haplogruplar: C2, D ve O haplogruplarının bu bölgeye Moğol istilası ile geldiği düşünülmektedir. Ancak C’nin bazı varyasyonları ile G, N ve Q gibi haplogruplar çok daha eski devirlerde bu bölgeye gelmişlerdir.
UYGURLAR
Bu çalışmada Uygur örnekleri, Kazakistan’ın Almatı bölgesinde yaşayan Uygur kökenli vatandaşlardan toplanmıştır. 2002 yılında yapılan bu araştırmanın Y-DNA haplogrup oranları, 2010 yılında Shou ve arkadaşları tarafından Doğu Türkistan’da yapılan örneklerle kısmen uyuşmakta ve benzerlik göstermektedir.
Kazakistan’daki Uygurlarda en baskın haplogruplar J ve R1a’dır. Bununla birlikte C, G/I, K, Q, R1b gibi haplogruplar da görülmektedir. Benzer haplogrupların kadim Uygur halkı gibi pek çok Türki halkta görülmesi önem arz etmektedir. Nitekim Türkler, 800 ilâ 1000 yıl önce Orta Asya’dan gelirken tek bir haplogrup getirmemiştir.
Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var ki dünyada tek bir haplogruptan oluşan millet yoktur. En saf dedikleri Amerikan yerlilerinde dahi üç farklı haplogrup görülmektedir. Afrikalılar dahi A, B, E1a, E1b gibi haplogrupların farklı varyasyonlarını taşımaktadır. Yine Ermeniler, Yunanlar, İngilizler vb gibi pek çok ulus da çok sayıda Y-DNA haplogrubundan müteşekkildir. Ancak nedense başka milletlerdeki haplogrup çeşitliliğini görmezden gelip de Türkler üzerine oyun oynamaya kalkışan tiplerle uğraşmak durumunda kalıyoruz.
TÜRKMENLER
Bu araştırmada Türkmenistanlı Türkmenlerde en baskın haplogrup R1b ve Q haplogruplarıdır. 2002 yılında gerçekleştirilen bu araştırma o dönemin şartlarında henüz haplogrupların tasnifi tam yapılmadığı için Q ve R1b haplogrupları bir arada ele alınmıştır. Bu nedenle Türkmenlerde R1b ve Q haplogruplarının toplamı %52,4 şeklinde verilmektedir. Bu iki haplogruptan sonra Türkmenlerde en çok görülen haplogrup J (J1 ve J2’nin toplamı)’dir. N haplogrubunun da Türkmenlerde oldukça yüksek orana (%9,5) sahip olduğu görülmektedir. G/I, R1a, K/O gibi haplogruplar da Türkmenlerde mevcuttur.
Not: Türkiye’de R1b haplogrubunun R1a’dan fazla olması gibi, Türkmenlerde de R1b’nin daha fazla olduğu görülmektedir.
AZERBAYCAN TÜRKLERİ
Azerbaycan Türklerinde en fazla görülen haplogrup J (J1 ve J2’nin toplamı)’dır. İkinci olarak en fazla görülen haplogrup R1b ve Q’nun toplamıdır. Dikkat edilirse Türkiye’de de en fazla J’nin toplamı, daha sonra R1b, G, R1a şeklinde bir sıralama görülmektedir; bu sıralama Azerbaycan Türkleriyle benzeşmektedir. Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin Oğuz grubundan olmaları sebebiyle bu iki grup birbirine genetik olarak en çok benzeyen budundur.
KIRGIZLAR
Kıpçak grubunda yer alan Kırgızlarda en fazla görülen Y-DNA haplogrubu R1a’dır. R1a’nın peşinden C haplogrubu gelmektedir. G, J, K, N, Q ve R1b gibi Y-DNA haplogrupları Kırgızlarda az görülse de %3 ilâ %5 civarında bu haplogruplar da kadim Kırgız halkında mevcuttur.
Altayların kuzeyinde Altayca konuşan halklar da yine Kıpçak grubuna girmekte ve o topluluklarda da R1a en baskın Y-DNA haplogrubunu oluşturmaktadır. Ancak Kazaklar da Kıpçak grubunda değerlendirilmelerine rağmen, Kırgızlara nazaran oldukça düşük oranlarda R1a haplogrubuna sahiptirler.
KAZAKLAR
Kazaklar’da en baskın haplogrup C’nin varyasyonlarıdır. Bu çalışmada diğer haplogruplara pek rastlanmasa da bazı araştırmalarda diğer haplogrupların da mevcut olduğu görülmektedir.
DUNGANLAR
Kırgızistan’da yaşayan Dunganların konuştukları dil nedeniyle aslen Çin kökenli oldukları belirtilmektedir. Ancak bu çalışmada Dunganların ancak %27’si Çin’de en baskın haplogrup olan O haplogrubuna mensuptur. Dunganlarda J2, R1a ve R1b gibi haplogrupların baskın çıkması, bu bölgeye yakın tarihte gelen Dunganların bölgedeki Türklerle karışmış olabileceği ihtimalini göstermektedir.
TACİKLER
İrani dil konuşan Tacikler de Kırgızlarla aynı oranda R1a haplogrubu taşımaktadır. Tacikler R1a kadar fazla olmasa da makul oranlarda C, G, J, L ve R1b gibi haplogruplara da sahiptirler.
MOĞOLLAR
Moğolistan’ın Ulan Batur bölgesinden toplanan Y-DNA örnekleri oldukça çeşitli görünmektedir. %50’den fazlası C haplogrubunun türevleri olsa da Moğollarda K, O, R1a, N, Q, R1b, J, G, O, D haplogrupları da makul oranlarda görülmektedir. %3 oranlarında görülen G ve J haplogruplarının Moğolistan’a kadar ulaşmış olması dikkate değerdir.
ERMENİLER
Bu çalışmaya Ermeniler de dahil edilmiştir. Ermenilerde en fazla görülen haplogrup R1b (xP/Q)’dir. Çalışmada R1b haplogrubu P ve Q ile birlikte değerlendirilmiştir. Ancak diğer çalışmalardan da bilindiği üzere Ermenilerde en fazla görülen Y-DNA haplogrubu R1b’dir. Ancak Türklerde görülen R1b ile Ermenilerde görülen R1b’nin alt dalları farklıdır. Görüldüğü üzere Ermeniler de çok sayıda farklı haplogruptan insanların oluşturduğu bir halktır.
OSETLER
Güney Osetyalılarda en çok görülen Y-DNA haplogrubu G’dir. J, R1b, R1a ve E gibi haplogruplar da mevcuttur.
LEZGİLER
Dağıstan’ın yerlisi Lezgilerde en fazla J haplogrubu görülmektedir. R1a, R1b ve E halogrupları da bu topluluklar arasında mevcuttur.
MAKALE İLE İLGİLİ ELEŞTİRİLER VE GENEL DEĞERLENDİRME
Makalede bazı mevzularda genelleme yapılmakta, bu bağlamda kimi haplogruplar Hint-Avrupalı gibi gösterilerek ideolojik bir zemin oluşturulmaktadır. Bir bakıma R1a ve R1b haplogruplarından yola çıkılarak Hint-Avrupalıların kökenine yönelik Kurgan Hipotezine genetik temel oluşturulmaktadır. Diğer taraftan yine genelleme yapılarak J2 haplogrubunun bölgedeki varlığı Neolitik dönem tarıma dayandırılmaktadır. Yine sığ bir anlayışla Moğollar ve Tunguzlarda yüksek oranda görülen ancak Kazaklar hariç Türki halklarda %10’un altında görülen C haplogrubu, Altay dillerini yayan haplogrup olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır. Bu makalenin bilimsel değeri sadece bizlere sağladığı haplogrup oranları ve genetik verilerdir; bunun dışında yazarların kişisel yorumları ve varsayımları tamamen Batı sentezli sığ ve ideolojik anlayışın Hint-Avrupa perspektifinde izdüşümüdür. Biz bu izdüşümden bağımsız bir gözle makaleyi sizlerle paylaştık ve değerlendirmemizi yaptık. Okuyanlara faydalı olması dileğiyle…
İlhan Cengiz, www.haplogruplar.com
KAYNAKLAR
1. Zerjal et al (2002), A Genetic Landscape Reshaped by Recent Events: Y-Chromosomal Insights into Central Asia, Volume 71, Issue 3, p466–482, September 2002; Web:http://www.cell.com/ajhg/abstract/S0002-9297(07)60328-0
2. B. Dartman, (2009) Yazının Keşfi Konusunda Dini Metin ve Arkeolojik Bulgular Çerçevesinde Yeni Bir Yaklaşım, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 41 Erzurum, 2009, Web: http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunitaed/article/download/1020002214/1020002213
3. A. Kaya, (2014) Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, EKEV AKADEMİ DERGİSİ Yıl: 18 Sayı: 59 (Bahar 2014), Web:http://www.ekevakademi.org/Makaleler/1264418673_13%20Abdullah%20KAYA.pdf
4. A. M. Ağır & M.E. Şen, (2012). Abbasi Dönemi Önemli Türk Komutanlarından Boğa Es-Sağir, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 7/3, Summer 2012, p. 13-20, ANKARA-TURKEY, Web:http://www.turkishstudies.net/Makaleler/423564883_2A%C4%9F%C4%B1r%20Abdullah%20Mesut_S-13-20.pdf
5. O. Gürbüz, (2003). Boğa El-Kebir’in Ermeniye Seferi, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 22, Erzurum, 2003, Web: http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunitaed/article/view/1020001433
6. RS Davis, VA Ranov, Toward a new outline of the Soviet Central Asian Paleolithic, Curr Anthropol, 20 (1979), pp. 249–270
7. CD Forde, Habitat, economy and society: a geographical introduction to ethnologyMethuen & Co, London (1948)
8. LL Cavalli-Sforza, P Menozzi, A Piazza, The history and geography of human genesPrinceton University Press, Princeton (1994)
9. YFull Experimental YTree, 2015, Web: http://www.yfull.com/tree/A0-T/
ANAHTAR KELİMELER
Orta Asya’nın genetik yapısı, Türklerin genetik yapısı, Türklerin genetik haritası, Türk haplogrupları, Y-DNA haplogrupları, Haplogroups in Turks, Genetics of Turkish people, G haplogrubu, J1 haplogrubu, J2 haplogrubu, L haplogrubu, Q haplogrubu, N haplogrubu, R1a haplogrubu, R1b haplogrubu, Orta Asya’da haplogruplar, Türklerin genetik tarihi, Özbeklerin genetik yapısı, Türklerin genetik özellikleri, Türkmenlerin genetik yapısı, Uygurların genetik özellikleri, Uygur Y-DNA haplogrupları…