ALTIN ÖĞÜTLER..!


 

ABD’li ünlü işadamı ve yatırımcı Warren Buffet’tan altın değerinde öğütler..

KAZANÇ ÜZERİNE:
Asla tek bir gelir kapınız olmasın.
İkinci bir kaynak oluşturmak için yatırım yapın.

HARCAMA ÜZERİNE:
İhtiyacınız olmayan şeyleri almaya devam ederseniz,
bir gün ihtiyacınız olan şeyleri satmak zorunda kalırsınız.

TASARRUF ÜZERİNE:
Harcamalarınızdan sonra artan parayı biriktirmek yerine;
biriktirdiklerinizden sonra artan parayı harcayın.

RİSK ÜZERİNE:
Bir nehrin derinliğini, iki ayağınızla birden ölçmeye kalkışmayın.

YATIRIM ÜZERİNE:
Bütün yumurtalarınızı tek bir sepette saklamayın.

BEKLENTİLER ÜZERİNE:
Dürüstlük çok pahalı bir hediyedir; ucuz insanlardan beklemeyin.

SEVDİKLERİNİZ İÇİN MUTLAKA PAYLAŞIN..!
————————————————-
Takip Et ► Saglikhaberleri.com.tr
👍 Beğen Paylaş

Saglikhaberleri.com.tr's photo.

HANGİ ORGAN NE KADAR SÜREDE YENİLENİYOR..!


 

Bilim adamları, vücuttaki organların yaşlanma sürecini aydınlattı. Göz ve beyin dışında kalan tüm organlar kendini yenileyebiliyor ve böylece vücudumuz hayat boyu 10 yaşın altında kalmayı başarabiliyor.

İngiltere’de yayınlanan Daily Mail gazetesinin haberine göre bu durumun nedeni, hücrelerin yenilenmesi yani eski hücrelerin yerini yeni hücrelerin alması olarak açıklanıyor.

Ancak bu “kalıcı gençlik” durumundan nasibini alamayan şanssız organlar da yok değil. Beyin, gözler ve sinir sistemi kendini yenileyemiyor.

Beyinde; koku alma ve öğrenme merkezleri haricindeki diğer hücreler, tıpkı tam anlamıyla oluşumunu tamamladıktan sonra yenilenemeyen sinir sistemi ve kornea haricinde yenilenemeyen gözler gibi, yaşlanmaya karşı direnemiyor.

KALP KENDİNİ 20 YILDA YENİLİYOR

Yıllarca kalbi oluşturan hücrelerin doğduktan sonra değişmediği sanıldı.
Ancak New York Üniversitesi’nden Dr. Piero Anversa tersini ispatlamayı başardı. Kalbin kendini yenilediğini belirten Anversa bunun en az 20 yıl aldığını kaydetti.

SAÇLAR KENDİSİNİ 3-6 YILDA YENİLİYOR

Yaklaşık 100 bin adet olan saçların her bir teli ayda 1.25 santimetre uzuyor.
Dolayısıyla saçların kaç yaşında olduğu da saçın uzunluğuna göre değişiyor.

MİDE DUVARI KENDİSİNİ 3-5 GÜNDE YENİLİYOR

Midedeki asit karşısında hücrelerin dirençli olmadığını belirten İsveç-Karolinska Enstitüsü’nden Jonas Frisen, hücrelerin 3 ila 5 gün arasında yenilendiğini vurguladı.
Ancak nikotin, hücrelerin yenilenmesini ağırlaştırıyor.

BAĞIRSAK KENDİSİNİ 2-5 GÜNDE YENİLİYOR

Midede olduğu gibi bağırsaklarda da hücrelerin zor şartlar altında olduğunu söyleyen İsveçli Dr. Frisen
bu hücrelerin hızla yenilendiklerini ve bu sürenin 2 ila 5 gün arasında değiştiğini ifade etti.

İSKELET SİSTEMİ KENDİSİNİ 10 YILDA YENİLİYOR

İskelet de vücudun sürekli kendini yenileyen bölümlerinden biri.
Kemiklerin 10 yılda bir tam anlamıyla kendini yenilediği tahmin ediliyor.

DİL KENDİSİNİ 10 GÜNDE YENİLİYOR

Tat moleküllerini sinirler yoluyla beyne ileten dilde bulunan 10 bin tomurcuğun her birinde 50 hücre bulunuyor.
Bu hücreler her 10 günde bir kendini yeniliyor.

KARACİĞER KENDİSİNİ 6 AYDA YENİLİYOR

Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolayan karaciğer vücudun en güçlü organlarından biri.
İngiltere Karaciğer Vakfı tarafından yapılan açıklamaya göre karaciğerin kendini yenileme süresi 6 ay.

AKCİĞER KENDİSİNİ 1 YILDA YENİLİYOR

Akciğerde hücreler farklı periyotlarda yenileniyor. Bu da havanın temizliğine, sigara içilip içilmemesine göre değişiyor.
Yenilenme süresi ise altı ayla bir yıl arasında…

GÖZLER YENİLENMİYOR

Gözler, kornea tabakası haricinde kendini yenileme özelliğine sahip değil. Zaman geçip yaş ilerledikçe gözleriniz de sizinle birlikte yaşlanıyor.

Aynı şekilde beyin hücreleri de kendini yenileyemiyor ve yaşlanıyor.

Hangi Saatlerde Hangi Organlarımız Yenileniyor?

Yaşam şeklimizi de bu saatlere göre düzenlediğimiz takdirde bu yenilenmeye katkıda bulunabilirsiniz. Örneğin akşam saat 11 de uyumazsak, saat 11 de kendini yenilemeye başlayan safra kesesi bu görevini yapamaz, ve ertesi günü yeterli performansta çalışamaz. Bununla birlikte göz altındaki torbalar ve şişkinlikler safra kesesinde çamur veya taş olduğunun bir belirtisi olabilir.

Bunun için en az haftada 3 gece saat 11 de uyumamız gereklidir.
İşte organlar ve saatleri:

23 – 01 arası : Safra Kesesi
01 – 03 arası : Karaciğer
03 – 05 arası: Akciğer
05 – 07 arası : Kalın bağırsak
07 – 09 arası : Mide
09 – 11 arası : Dalak, Pankreas
11 -13 arası : Kalp
13 -15 arası : İnce bağırsak
15 -17 arası : Mesane
17 -19 arası : Böbrek
19 -21 arası : Kalp Kası
21 – 23 arası : Bedenin Isıtılması

SEVDİKLERİNİZ İÇİN MUTLAKA PAYLAŞIN..!
———————————
Daha Fazlası İçin Sayfamızı Takip Edin 👉 Saglikhaberleri.com.tr
👍 Beğen Paylaş

ATTİLA’NIN TORUNLARI SEKELLER


Sekelistan, masallardaki gibi neredeyse hiç bilinmeyen bir ülke. Sekelistan Karpat Dağları’nın doğusunda (Romanya) Transilvanya’nın batısında yer alıyor. Yüzölçümü yaklaşık 13 bin 500 kilometrekare, nüfusu ise 700 bin civarında Romanya’nın işgali altında bir Turan yurdudur.

Sekeller, Macar lehçelerinden birini konuşuyor. Soydaşları, Macaristan, Macarlarla yüzde, yüz anlaşıyorlar. Sekellerin inanışlarına göre; Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bir yere çekilen 3 bin Hun savaşçısının torunlarıdırlar. 895’e dek burada varlıklarını devam ettirdiler. Ortaçağın Macar vakayinameleri de Sekeller’in Atilla’nın torunları olduklarını ve Macarlar geldiklerinde orada bulunduklarını kaydediyor.

Sekel kültürünün eski unsurları ile eski sosyal ve siyasi teşkilatlanmaları göstermektedir ki Sekellerin kesinlikle bir Türk boyu ile bağları var. Sekeller, eski Göktürk Alfabesi’ne çok benzer bir alfabe olan kendi alfabelerine sahip. Bu runik yazıt Eski Macar yazıtları arasında bulundu. Sekeller runik alfabelerini, Latin alfabesinin yanında günümüze kadar kullanıyorlar. Bu yazıtın ismi: ‘Székely-Magyar Rovásírás’tır.

Makale-1996-01[1]

Sekel milli bayrağı mavi ve üzerinde altın şansı bir güneşle gümüş rengi bir hilal olan bayrakları gök mavisidir. Sekellerin 6 boyu ve her boyun 4 kolu var. Ve birçoğunun adı Türkçe.  Ayrıca, Sekeller Macar ağzıyla konuşmaları dillerinde Türkçe kökenli birçok kelimenin olması ve kullandıkları birçok kelimenin Türkçe kökenli olması Türk ve Macarlarının ortak bir atadan geldiğinin açık delilidir.

11. yüzyılın başından itibaren Sekeller önce güney sonra da batı sınırlarını korumak amacıyla çoğunlukla Transilvanya’da toplandılar. Burada teşkilatlanarak Latince olarak (zamanın resmi dili) Regnum Siculorum (Sekel Krallığı) dedikleri ülkelerini oluşturdular. Kayıtlara göre 1526’da Macar Devleti’nin çökmesinden sonra Osmanlı sultanları da Sekel Muhtariyeti’ni tanımış. Fakat Transilvanya’nın Macar yöneticileri daha sonra Muhtar Sekel Devleti’ni ortadan kaldırmak istedi. Bu müdahale bir takım savaşlar ve haklarını savunan Sekellerin isyanlarıyla karşılık gördü.

Makale-1996-02[1]Sekellerin bu özerk durumu Avusturya İmparatorluğu’nun 18. yüzyılda Transilvanya’yı işgal etmesinden sonra daha büyük bir darbe aldı. 1848’de Avrupa’yı silip süpüren ihtilallar dalgası Transilvanya’ya ve Sekelistan’a da ulaştı. Sekeller kendi hükümetlerini kurmak istediler. Fakat Avusturya-Macaristan işgal yönetiminin katliamına maruz kaldılar. Macarlar ırkdaşları, Sekel ileri gelenlerini Macar İhtilalı’na katılıp siyaset işlerini Macarlar’a bırakmaya ikna etti. Sekeller bunu kabul ettiler ve askeri güçleri ile birlikte Macarlara katıldılar.

Sekelistan’ın parçalara ayrılmasından sonra, bölge ihmal edildi ve iktisadi olarak çöktü. Sonuç olarak birçok insan yurtdışına göç etti. Ancak Sekeller yok olmadı ve kim olduklarını da unutmadı. 1877’de Türk-Rus Savaşı esnasında Sekeller, Türk ordusuna yardımcı olmak amacıyla Sekel Lejyonu adıyla bir birlik kurdu.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çökmesi ve Macaristan’dan gerekli yardım alınamaması üzerine Sekeller, Sekel Cumhuriyeti’ni kurmayı denediler. Fakat Fransızlardan yardım alan işgalci Romanyalılar tarafından engellendiler. Sonuç olarak Sekelistan, Transilvanya ile beraber, Fransa ve İngiltere tarafından, onlara destek olan Romanya’ya bir ödül olarak verildi, Batılı güçler yerel halkın fikrini asla sormadı. Batı demokrasisi Sekeller için böyle işledi!  Sekelistan hâlâ Romanya’nın baskısı altında. Halkı, insan hakları ihlallerine, ayrımcılığa, işkencelere maruz kalmakta ve kendi toprak ve milli kaynaklarından mahrum edilmekte. Kendi, alfabelerini kullanmaları da engellenmektedir.

Sekeller arasında ulusal uyanışın bayraktarlığını 1990 yılında Genç Sekeller Forumu adı altında kurulan küçük ama dirayetli bir teşkilat yürütüyor, Toplantılarında milli Sekel sembolleri kullanmaya başladılar. Genç Sekeller, Göktürk Alfabesi ile bağlantısı olan eski Sekel alfabesini yeniden canlandırdı. Yerleşim yerlerinin girişlerine bu alfabe ile yazılmış resmi yazılar asarak Sekellerin hâlâ var olduklarını, farklı olduklarını ve köklerini bildiklerini ortaya koydu. Bu kuruluş artık faaliyet göstermese de 1990 yılında başlatmış oldukları girişim, 2003 yılında kurulan Milli Sekel Konseyi adlı başka bir kuruluş tarafından devam ettiriliyor. Bugün Sekelistan’da bölgesel özerklik almayı hedefleyen güçlü bir hareket var. Sekeller artık kendi geleceğini tayin etme hakkının kullanılmasının dünyanın başka yerlerinde belli bir dereceye kadar kabul edilebilir olduğunu her geçen gün daha fazla farkında.  Atilla’nın torunları Türkiye’deki kardeşlerinden dua ve yardım bekliyor!

Makale-1996-03[1]

Bosna Güneş Pramidi – Giriş kısmında Macar Sekel Yazıtları bulunmuştur.
Resim Kaynak: http://hunhir.hu/index.php?pid=ony&id=000715

TİBET’E ADINI VEREN TÜRKLER


 

TİBET’E ADINI VEREN TÜRKLER

Beşbin metreye yakın yükseltisi nedeniyle ‘Dünyanın Çatısı‘ olarak nitelendirilen Tibet, bugün daha çok mistik ve spiritüel denilebilecek yönleriyle bilinmektedir. Tibet’ten söz açıldığında akla Asya kıtasında geniş bir inanan topluluğuna sahip olan Budizm dini veya tarihsel ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan Çin ve Hint medeniyetleri etkisi gelmektedir. Fakat bu makalede de göreceğimiz üzere Türklerin de dönem dönem Tibet’e kültürel ve dini anlamda önemli etkileri ve derin katkıları olmuştur.

Modern antropologlar genel olarak Tibetlilerin Mongoloid tipinde insanlar olduğu fikrinde birleşmişlerdir. Tarihçiler ve antropologlara göre Tibetlilerin ataları bugünkü Tibet’e Kuzeydoğu Çin’den ve Güneydoğu Asya’dan (Assam ve Burma) göç etmişlerdir.[1] Bu da bize Tibetlilerin, içinde Türk-Moğolların da yer aldığı birkaç ulusun genlerini taşıdığı bilgisini vermektedir.

Tibet-Türk İlişkileri

Çin ve Arap kaynaklarında Türkler ve Tibetliler arasındaki ikili ilişkilere özellikle değinilmiştir. Bu kaynakların bazılarında olaya yalnızca ikili ilişkiler boyutunda bakılmamış, Tibetlilerin Türklerle akraba olma olasılığı üzerine dahi birtakım yorumlar yapılmıştır. Elliot Sperling‘den öğrendiğimize göre 734 yılında Tibetliler ‘Dronmalön‘ adlı prenseslerini Göktürk kağanı ile evlendirmişlerdir.[2] Türk kağanlarının Çin’den zaman zaman prenses alıp evlendiği sıklıkla bilinse de bir Türk kağanının Tibetli bir prensesle evlenmiş olduğu pek dile getirilmemiştir. Bu durum, kültürel ve siyasi ilişkiler açısından önemli bir veri oluşturmaktadır. Marvin C. Whiting‘ın aktardığına göre ise bir dönem Çin’e saldıran Arski Türkleri ‘Nizuk İrkin‘ adlı bir liderin komutasında birleşmişlerdir. İlginçtir ki, Whiting‘e göre bu komutan ‘Tibetli Tegin Bolu‘dur.[3] Bu ismin Türkçe olduğu açıkça belli olmaktadır. 10. yüzyılda Gazne Devleti’nin başında Böri Teginadlı bir Türk sultan bulunmaktadır. Ayrıca Cengiz Han‘ın oğullarından birinin ismininBörü Tigin olduğu bilinmektedir. Tibetlilerin dönem dönem Türklerle birleşerek Çin’e akın yaptığı da bilinen bir durumdur. “Islam and Tibet: Interactions Along the Musk Routes” adlı eserde ise Tibetlilerin Türk olan Toghuzghuzlarla (Dokuz Oğuz olsa gerektir) iç içe yaşamış olduğu ve hatta Tibetlilerin aynı zamanda Türk olduğu ve liderlerinin de ‘Tibet Kağanı‘ ünvanına sahip olduğu bilgisi aktarılmaktadır.[4]

Andre Wink‘in aktarımından anlıyoruz ki, Orta Çağ Müslüman yazarlarına göre Tibetliler ve Türkler birbirine oldukça benzemekte ve iki kavim arasındaki farklılıkların anlaşılabilmesi onlara göre o kadar da kolay olmamaktadır. Bu yazarlara göre Türkler ve Kuzey Tibetliler Bronz Çağı’ndan itibaren aynı Orta Asya pankültürel alanına dahildirler. Bu dönemde dikilitaşlar ve arkeolojik değere sahip diğer bazı taş yapıtlar arasında benzerlikler görülmektedir [Resim 1,2]. Denilebilir ki, iki kavim arasında dönem dönem ortak kültürel ve teknolojik eşlik ve benzerlikler bulunmaktadır.[5]Minhaj-ud-Din‘e göre Tibet’te bulunan insanlar özellikle Türk ögeleri taşımaktaydı ve bu kişiler uzun yaylara sahip olan iyi birer okçuydu.[6]Idrısi‘ye göre ise Tibet toprakları Tibetli Türklerin vatanıydı. Burası otlak ve ormanlık bir bölge olup güçlü kalelerle korunan bir Türk ülkesiydi.[7] Tibetçe-İngilizce bir sözlük de hazırlayan ve Tibetoloji‘nin kurucusu sayılanAlexander Csoma de Körös, Macarların kökenini aramak üzere Orta Asya ve Tibet yollarına düşmüş ve özellikle Hunlar ve Uygurların yaşadıkları bölgeleri ziyaret etmek istemiştir. Körös, Macarların Hun Türkleri, Uygur Türkleri ve Tibetlilerle aynı ortak kökene sahip olduğunu ortaya koymuştur.[8]

Tibet Kaynaklarında Türk Tıbbı

Tibet-Türk ilişkisine yalnızca Arap ve Çin kaynaklarında rastlamamaktayız. Tibet kaynaklarında da Türklerden bahsedildiğini görebilmekteyiz. Tibet erken dönem tıp metinlerine bakıldığında o dönemde Orta Asya coğrafyasında yer alan bazı Türk devletlerindeki tıp bilgisi hakkında bazı bilgiler aktarılmış olduğunu görürüz. Volkan Acar‘a göre Türk tıbbı, Tibet’e komşu yerleşik tıp gelenekleri arasında sayılmaktadır.Acar‘a göre, Tibetliler Türklerin uyguladığı bazı tedavi yöntemlerini benimseyip, bunu kendi uygulamalarına dahil etmişlerdir. Tibet’te 728’de düzenlenen Uluslararası Tıp Konferansı’nın katılımcıları arasında Türk hekimler de bulunmaktadır. Bu hekimlerden birisi Drugu ülkesinden (Tibetliler Türkler’e Drugu veya Duruggu [Turukkuları hatırlatır],Türkistan’a Drugu-Yul derdi) Sengdo Ochen‘in “Üç Siyah Eser” adlı bir kitabı da bulunmaktadır. Ayrıca Sengdo Ochen, belirtildiğine göre ‘Cesetlerin Saçlarının Büyülü Aynası‘ adlı tıp sisteminin kurucusu olarak bilinirdi. Tibet kralı Trisong Deutsondöneminde tıbbi metinleri çeviren Tibetli ve yabancı çevirmenler arasında Türk hekimSengdo Ochen‘in de adı sayılmaktadır.[9]

Arkeolojik Eşlik ve Benzerlikler

Tibetliler ve Türkler arasında arkeolojik bulgular yönünden birtakım benzerlikler bulunduğu görülmektedir. Michael Walter‘a göre ‘Bong So‘ denilen Tibet kral mezarları İskit Türk kurganlarının Tibet’teki karşılığıdır. Walter, bu kurganlarda aynı Türklerde olduğu gibi at kurban edildiği bilgisini aktarmaktadır.[10]John Vincent Bellezza‘ya göre Güney Sibirya’daki Tashtyk Türk kültürüne ait çok sayıda dikilitaş ve ahşap iskeletli mezarın birebir benzerleri Tibet topraklarında da yer almaktadır. Özellikle ikili sıra halinde arka arkaya kuzey-güney yönlü dikilmiş sütunlar her iki coğrafyada da benzer olarak görülebilmektedir. Bellezza‘ya göre Türklere ait olan mezar yapılar, özellikleri ve tasarımları bakımından Tibet tapınak-mezarlarını andırmaktadır. Yine Türklere ait olan dört köşeli mezar yapıları Tibet’teki Zhang-Zhung tapınak-mezarlarına fazlasıyla benzemektedir.[11] Türklerde bu tür tapınak-mezarlara Ming T’ang denirdi. Ayrıca Türklere ait olan ve özellikle Saymalıtaş’ta görülen kaya resmi motifleri ile Tibet dağlarında resmedilmiş olan kaya resmi motifleri arasında da büyük paralellikler göze çarpmaktadır [Resim 3,4]. Bunun yanında, Tibet tapınaklarında [Resim 6] ve ev kapılarında nazarlık olarak kullanılan bazı sembollerin Türkler’den Tibet’e geçmiş olması büyük ihtimaldir [Resim 5]. Türklerde Kün-Ay (Güneş-Ay) olarak bilinen bu sembolü Çu Türkleri bayraklarında da kullanmıştır. Emel Esin‘e göre günümüz Türk bayrağının kökeninde bu Kün-Ay sembolü yer almaktadır. Tibet köy evlerinde Anadolu köy evlerinde olduğu gibi kapılarda nazarlık ve evin kapı-üstü veya çatı kısmında ise bereket sembolleri olan boğa ve koç boynuzları asılmış veya çakılmış halde bulunmaktadır. Ayrıca, Türklerde Şamanizm’in bir uygulaması olarak yapılan kutsal yerlerdeki kayalara çaput bağlama geleneğini Tibet’te de görmekteyiz. Üstelik Tibet’te bu Şamanist uygulamanın görüldüğü yerlerden birinin adı Tengri Nor‘dur [Resim 7]. Bu eşlik ve benzerlikler erken dönemlerde ve sonrasında Türklerin Tibet topraklarına ulaşmış olabileceği yönünde güçlü kanıtlar sunmaktadır.

Tibet ve Türklerde Ortak İnançlar

Tibetliler ve Türkler arasında inanç bağlamında da çok sayıda benzerlik bulunmaktadır. Bilindiği üzere Bozkurt Türklerde en kutsal motiflerden biridir. Giray Fidan‘a göre bozkurt Türk ve Tibet milletinin kültürlerinde önemli bir yer işgal eden ortak noktalardan biridir. Fidan‘ın aktardığına göre Tibet destanlarında bozkurttan sıklıkla tanrısal bir varlık olarak bahsedilir. Bozkurt sembolünün Hotan’da ortaya çıkarak Hindistan üzerinden Tibet’e geçmiş olma ihtimali kuvvetlidir. İlginçtir ki, Tibet geleneğinde bozkurta binen ya da bozkurt kafalı bir tanrı hep kuzey veya kuzeybatı yönünde ve temel tanrı figürünün arkasında bulunur.[12]

Kira Van Dausen‘den öğrendiğimize göre Tuva ve Buryat Türklerinin kullandığı astronomik sistem Tibet astronomik sistemine oldukça benzemektedir. Tibet sistemi, bir şekilde Türk sisteminin elemanları aracılığıyla anlaşılabilir olmaktadır. Dausen‘e göre Tibet sisteminde yer alan ‘sok‘ yaşam enerjisi tanımlaması Türklerin ‘kut‘ inanışından alınmadır.[13]Bellezza‘ya göre gökyüzü kaynaklı inançlar hem Tibet’te hem de Orta Asya’da derin etkilere sahiptir. Ona göre bazı Tibet gök tanrılarının kaynağı Türklerin Gök Tanrısı Tengridir. Tengri‘nin bazı işlevleri aynı zamanda Tibet Gekhö baş tanrısını da yansıtmaktadır. Gök ve Gekhö. Türk kozmolojisinde olduğu gibi Tibet kozmolojisinde de evren üç özel bölüme ayrılır. Gökyüzü (Cennet), Yeryüzü ve Yeraltı. Yine Türklerde ve Moğollarda olduğu gibi Tibet kozmolojisinde de gökyüzü veya cennet dokuz kattan oluşmaktadır. Eski Tibet dini konusunda uzman olan Per Kvaerne‘ye göre Türklerin gök inanışının bir benzeri Tibet Tönpa Shenrab metinlerinde bulunabilir. Tibetliler de Türkler gibi gökyüzüne ‘mavi gök‘ veya ‘gökler biliyor‘ demektedir.[14]Alfred Stein‘ın aktardığına göre, bir gök tanrısının Tibet versiyonu olan ‘gnam lha‘ kelimesinin kökeni Türkçe’de aranmalıdır. Stein, ayrıca yakşa ve naga gibi Türkçe kökenli varlık isimlerinin Tibet mitlerinde bulunduğunu aktarmaktadır. Yine Stein‘a göre Tibetlilerin “Dru gu’i lha” adını verdikleri tanrı, Türklerin ‘Yol Tang re‘ dedikleri ‘Yol tanrısı‘ ile aynıdır.[15]

Tibet’in Budizm’den önceki dininin Şamanizm olduğu yönünde veya Şamanizm’in en azından Tibet’i etkilemiş olduğu yönünde ciddi kanıtlar bulunmaktadır. Eileen Kernaghan‘ın aktardığına göre Hofmann Tibet’teki erken dönem Şamanizm’inin daha önceki tarihlerde Sibirya’da ve Türkistan’da deneyimlenmiş olduğunu söylemektedir.[16]Bön‘ adı verilen bu şamanik inanç Brian Hodgson‘a göre Turan inançlarında köken bulmaktadır. Buryat ve Kalmuk Türkleri şamana ‘‘ derler. ‘Bön‘ ve ‘‘ arasında bu yönden bir bağlantı kurulması da olasıdır. Kernaghan‘a göre Bön inancı kapsamında yer alan üç dünya mitolojisinde gökler, orta dünya ve yer birbirine ip veya merdiven ile bağlıdır. Bazen de bu üç dünyayı birbirine yaşam ağacı bağlar. Aynı kaynakta belirtildiğine göre yaşam ağacı Sibirya (Türk) şamanlarının gökyüzüne yolculuk yaptığı esnada üzerine tırmandıkları ağaç olarak bilinirdi.[17] Bunun yanında, Türk ve Moğol şamanlarının gırtlaktan çıkardıkları ses ve ritimler olan khöömei, daha sonraki dönemde Tibet dini ritüellerinde de aynı şekilde kullanılmıştır.

Görüldüğü üzere Türkler ve Tibet arasında tarihi, kültürel, arkeolojik ve mitsel benzerlikler fazlasıyla bulunmaktadır. Bu eşlik ve benzerlikler o kadar fazladır ki, iki coğrafya arasında kültürel ilişkiden daha fazlası olduğu yönünde bulgulara sahibiz. Türkler sadece Tibet ile kültürel ve siyasi ilişki kurmamış, onlar Tibet’i Tibet yapan oluşumun en önemlilerinden birisi olmuştur. Bugün Tibet üzerinde Çin ve Hint etkisi görülse de bir zamanlar Türklerin de ciddi anlamda Tibet üzerinde kurucu ve dönüştürücü etkisi olduğu söylenebilir. Peki adına ‘Tibet’ denilen bu kutsal yere ismini veren kavim hangisidir? Tibet’e Tibet ismini veren Türkler olabilir mi?

Tibet’e Adını Veren Türkler

İlk olarak, Arap kaynaklarına baktığımızda ilginç bir duruma rastlamaktayız. Tsepan Wangchuck Deden Shakabpa‘nın Arap kaynaklarından aktardığına göre Arap yazarların Tibet’e ‘Tüpüt‘ veya ‘Tüpüt Kaghan‘, yani ‘Tüpüt Kağanlığı’ adını verdiğini görmekteyiz. Barthold‘a göre ise adı geçen bu kelimeler Türklerin Orhun Yazıtları’nda da aynen görülmektedir.[18]Elliot Sperling‘e göre ‘Tibet‘ kelimesi Türkçe içinde ‘Tüpüt‘ şeklinde bulunur ve bu kelime Araplar’a ve Persler’e Türkler üzerinden geçmiştir.[19]Andreas Gruschke, ‘Tibet‘in Türkçe ‘Tübüt‘ şeklinde söylendiğini belirtir.[20]Tuğrul Korükek ise ‘Tüpütler’ adında bir Türk halkının mevcut olduğunu ve bu halkın bugün bilinen Tibetliler olduğunu söyler. Korükek, Tangut Türkleri’nin Tibetli olduğunu ve bu halkın Kansu’da bir devlet kurmuş olduklarını belirtir.[21]

Sadece benzerlik değil anlam olarak da Tibet kelimesinin kökeninde Türkçe’yi bulabilmekteyiz. En can alıcı noktaya ise Mustafa Sarıca‘nın şu satırlarında rastlamaktayız: “Bugün Tibet diye bilinen bölge Orhun yazıtlarında Tüpüt diye geçmektedir. Bölgedeki Türklerin yer yapısı nedeniyle dünyanın damı olarak nitelendirilen bu dağlık ve yüksek ülkeye ‘Tüpüt’ demeleri son derece uygun düşmüş ve bugün bütün dünya dilleri yüzyıllardır bu Türkçe kökenli adı kullanagelmişlerdir. Bu sözcüğe öncelikle Orhun Yazıtları’nda rastlıyoruz. Bir bölge ve ülke adı olarak geçen ‘Tüpüt’, bugün kullanmakta olduğumuz Tibet adlandırmasının o zamanki durumunu yansıtmaktadır”.[22]Divan-ı Lügat-ıt Türk‘te ise ‘Töpü‘, ‘bir dağın zirvesi‘ anlamında verilmektedir. Bazı Türkçe lehçelerinde ‘Tibet‘ isminin kökeni olan sözcükler şu şekilde bulunur:

Türkmen Türkçesi’nde ‘Depe‘, çoğulu ‘Depet (Tepet)‘,

Kazak Türkçesi’nde ise ‘Töbe‘, çoğulu ‘Töbet‘,

Başkurt Tatar Türkçesi’nde ‘Tüba’, çoğulu ‘Tübat,

Uygur Türkçesi’nde ‘Töpa‘, çoğulu ‘Töpat,

Kırgız Türkçesi’nde ‘Döbö‘, çoğulu ‘Döböt (Töböt)

olarak verilir ki, Thomas Baynes‘e göre bugünkü ‘Tibet‘e Tibetçe verilen isim ‘Stod-Bod’, ‘Tö-böt olarak okunmaktadır.[23] Yani, özellikle birebir Kırgız Türkçesi’nde olduğu gibi. Anlaşıldığı üzere ‘Tibet‘ isminin kökeninde lehçe farklılıklarına rağmen hem fonetik hem de yazılış açısından Türkçe dili bulunmaktadır. Tepet, Töbet, Tübat, Töpat veyaTöböt hangisi dikkate alınırsa alınsın ‘Tibet‘ kelimesinin kökeni Türkçe olarak açıklanmış olmaktadır. Yani, ‘Tepeler‘ veya ‘En Yüksek Tepe‘. Yeri gelmişken söylenebilir ki, bugün ülkemiz sınırları içinde yer alan Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Cevizli köyünün eski ismi ‘Tibet‘tir ve bu köyde Kıpçak-Uygur kökenli insanlar da yaşamaktadır. Bu bölge yine, Tibet coğrafyasına benzer şekilde 3000 metrenin üzerinde dağlarla çevrilidir.

Sonuç

Tibet’in arka planında saklı kalmış Türklerle olan kültürel, dinsel, mitsel, arkeolojik ve siyasi ilişkilerin boyutu o denli etkilidir ki, bugün Tibet denildiği zaman akla Türk medeniyetinin de en az Çin ve Hint medeniyetleri kadar gelmesi gerekirdi. Fakat ne yazık ki ilgisizlik ve çalışma eksikliği nedeniyle durum böyle değildir. Türk ve yabancı bilim insanlarının çalışmalarıyla Tibet üzerindeki Türk etkisi ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. Özellikle Tibet’in isminin itiraz edilemeyecek derecede Türkçe kökenli olması, üzerinde ısrarla durulması gereken konulardan biridir. Tibet kültürü, derin Türk tarihi ile ilgili gerçekleştirilecek araştırmalarda kilit rol oynama özelliğine sahip olma potansiyeline sahiptir. Bu yüzden bu konuya bilim insanlarımız derinlemesine girmeli ve çok yönlü Tibet-Türk ilişkisi hakkında daha çok bulguyu gün yüzüne çıkarmalıdır.

 

 

 

http://www.altayli.net/tibete-adini-veren-turkler.html